17.Yüzyıl Nesir Örnekleri
XVII. YÜZYIL NESİR ÖRNEKLERİ
Yüzyılın en önemli nesir yazarları. Evliya Çelebi, Katip Çelebi ve Koçi Bey‘dir.Bu yazarların nesirleri, “orta nesir” adı verilen nesir türüne girer.Cümleler uzun fakat düzgündür. Dil ne Türkçe ne de ağır bir Osmanlıcadır. Bu nesirlerde, orta bir yol tutturulmuş, her kesimden insanın, okuması ve anlaması istenmiştir.Nesirler, süsten uzaktır, sanat yapmak amacı gütmez. Amaç, bir konuyu an-latmak ve halka öğretmektir.
17. Yüzyıl nesrinin en önemli yazan Evliya Çilebi‘dir.Evliya Çelebi, 1611 yılında doğmuş, 1682 yılında ölmüştür. Yaşadığı 71 yılın büyük bir kısmını (40 yıl) gezerek, görerek, yazarak geçirmiştir.
Rüyasında, peygamber’i görmüş, “şefaat (yardım) diyeceği yerde, yanlışlıkla “seyahat” demiş, böylece seyyah “gezgin” olmuştur.Bu söylenti, bir yana bırakılırsa, Evliya Çelebi, dünyanın en büyük seyyahlarından biridir.Anadolu’yu, Rumeli’,ni, Balkanları, Kırım’ı, Hazer kıyılarını, Arabistan’ı ve daha pek çok yeri gezmiş ve görmüştür.Evliya Çelebi’nin gezileri, on ciltlik bir eser hâlinde basılmıştır: Evliya Çelebi Sayehatnâmesi.
Evliya Çelebi’den Bir Örnek :
(Örnek olarak alınan metinde, 17. yüzyıl Kâğıthane şenlikleri anlatılıyor. Bu şenliklere, zengin, fakir herkes katılıyor. Çadırlar kuruluyor, mumlar yakılıyor. Renk renk fişekler atılıyor. Oyunlar oynanıyor. Bu eğlenceler, iki ay sürüyor).
Kâğıthane :
Bu hakir-i pürtaksir, Melek Ahmet Paşa efendimizle bu topçular sarayında sakin olurken, her şep Kâğıthanede nice yüzbin fişengi pürrengin eve-i âsmane uruç ettiğin temaşa edüp, nice bin topu tüfenk sadasın istima ederdik. Âhır, yaranı safanın birinden bu şadmanîyi sual ettikte, ol yâr-ı vefadır, bu hakirin ahvaline vakf-ı esrar olup : “Ey gussa vü gamda perişanhatır olan biçare! Aklını, fikrini yitirmiş âvâre! Niçün deşt-i gamda mecnun gibi mahzun olup bu cay-ı pür – hevâyı Kâğıthaneden agâh değilsin. Sair teferrücgâhlarda bile bu Kâğıthane cemiyeti gibi bir şadmanî olmamıştır. Bu îdgâhı görmiyen âdem arzda bir şey görmüş değildir” deyu
Kâğıthaneyi öyle temdin ve tavsim etti kim, bu tabiat-ı meyyal, mâı zülâl gibi Kâğıthaneye cereyan etti. Ve bu ebyat hatıra hatur etti:Gönül eğlencesi seyr ü safadır Safa sür ki bu dünya bivefâdır Kişi zevk ile oliser ferahnak Heman zevkeyle canım olma gamnâk deyüp, ol an Paşa varup Kâğıthaneye gitmeğe izin alıp kırk altın serfadüp, iki koyunv e gayri meTculât ve meşrubât-ı bikıyas alup, yâr-ı garı münasiplerimden beş altı ağa ile haymelerimizi alup, Kâğıthane nehrinin sahilinde diraht-i çinar sayesinde meksedüp, gece ve gündüz sohbet-i hasa başlayup, güya her şeb ü, ruz Hüseyin Baykara zevki ederdik. Mah-ı Recebülmüreccebin gurresinden tâ Şehri Rama-zanülmübarekin hilâli nomayan oluncaya değin, kâmil iki ay, bu sahray-ı çemenzân lâleizarı Kâğıthanede öyle ay şü işretler olmuştur kim, diller ile tabir ve kalem ile tahrir olunmaz, islâmbolun cemî ayan ve eşrafı ve mirasyedi hoppa çelebileri bu Köğıthane fezasında üç bin mikdarı münakkaş hayme ve hargâhlar ve sahabe ve na-musiyeler ile vadi-i humunu zeynedüp her şey cümle haymeleri nice kerre yüz bin kanadil ve şem’i aselü revgan ve fanusu ahterme’nus ile çeragan ederlerdi.
Her sera-perde-i ayanda, her şep hanende ve sazende, mutrıban Ahmet kolu. Cevahir kolu, Nazlı kolu, Garibani kolu, Akide kolu, Zümrüt kolu, Pomtalcı kolu, Patakoğlu kolu, Haşuta kolu, Samurkaş kolu, üçenk ve rübap, santur ve tambur, ut ve kanunları üzere her şep gûna gûn fasl-ı Faryabî edüp tâ sabaha dek bir hâyü hûy olurdu kim, güya Deccal huruç etmişti. Badel’ışa nice kerre yüz bin serraka fişengi âsmanî semâya münkalip olup, berkîler, bahrîler, kelebekler, badaloçkalar, delice ve gebeşler, horoslar, kulevesair envai fişenklere ateş edüp güya zemin-i Kâğıthane ateş-i Nemrut içinde kalup ve nice bin şahî, evangelî, sarbozan toplara ateş edüp sabaha kadar zemin-ü asman ra’t misal gürlerdi, tki bini mütecaviz dükkânlarda meTculât ve meşrubattan maada cemi zikıymet mevcut idi.
Her ruz-ı ruşende, her meydanda hokkabaz, ateşbaz, sihirbaz, zorbaz, resenbaz, perendebaz, kâsebaz, kumarbaz, sinibaz, ayı, maymun, hımar, köpekbazlarla kuklabaz ve şehbaz, matrakbaz, şemşirbaz, mührebaz, tasbaz hasılı üç yüz altmış elvan adet bazbazan ve pehlivanan-ı küştigîran, bu mecmaulirfanda arzı marifet edüp bihesap kârederlerdi. Dergâh-ı âlî tarafından dört oda Yeniçeri çorbacısı bu cemiyet-i kübraya tayin olunup, gâhice Yeniçeri ağası Gürcü Mustafa Ağa dahi gelüp tenbih ve te’kit ederek giderdi. Nehr-i Kâğıthane‘de niceleri de şinaverlik ederlerdi. Bu cemiyeti kübra tarihte olmamıştır.
Kelimeler : hakir : Değersiz. Pürtaksir : Çok kusurlu, sakin olmak : Yerleşik olmak, oturmak. Şep : Gece, evc-i asman : Göğün en üst tabakaları. Uruç (huruç) etmek : Yükselmek, temaşa etmek : Seyretmek. Istima : İşitmek, ahvâl : Haller, gussa vü gam : Keder ve sıkıntı, agâh : Bilen, teferrüç-gâh : Gezme, dolaşma yeri. şadmanî: Şenlik, eğlence, idgâh : Bayram yeri. arz : Dünya, temdik etmek : Övmek, medhetmek. hatıra hutur etmek : Hatıra (akla) gelmek, ebyat: Beyitler, oli-ser: Olur. Ferahnâh : İçi rahat olan. gamnâk : Keder içinde olan. yâr-ı gar: Candan dost. diraht: ağaç. meksetmek : Durmak, şeb u rûz : Gece ve gündüz, mah : Ay. Recebülmüreccebin: Kutsal Recep (ayı), gurre: Arap aylarının birinci gecesi. Şehr-i Ramazanülmübarek’in : Mübarek Ramazan ayı. nümayan olmak : Görünmek, ayş ü işret: Yiyip içmek, eğlence, tahrir : Yazmak. Islâmbol: Islâmi çok olan (istanbul), feza : Meydan, heyme : Çadır, hergâh : Büyük çadır, sahabe : Gölgelik, namusiye : Cibinlik, hamun : Düz ova. zeynetmek: Süslemek, kanadil: Kandiller, şem-i asel ü revgân : Yağ ve balmumu, fanus-ı ahterme’nus : Yıldızla parlatılmış fanus, seraper-de: Çadır perdesi, hanende : Şarkıcı, sazende : Saçılar, mutnban : Çalgıcılar, cenk : Bir çeşit saz. faslı Faryabî: Farabi Fazlı. Deccal: kıyemette ortaya çıkacağı sanılan bozguncu kişi. Badel’işa : Yatsıdan sonra, berki, bahri: Fişenk çeşiti. Münkalip olmak : Bir yerden bir yere gitmek, envai : Çeşit çeşit, ra’t misal : Gök gürültüsü gibi. bazbazan : Oyuncular. Küşligiran : Pehlivanlar. Kübra : Çok büyük.
Kâtip Çelebi’den Bir Örnek
Tütün Hakkında :
Eval-i zuhuru ki, 1010 hudududur. Bu ana gelince, bazı vaizler yer yer söyleyüp, nice ulema dahi kimi hürmet ve kimi kerahetine dâva edüp risaleler tahrir eylediler. Ve ibtilâ erbabı dahi ibahatma zan ip olup cevaplar verdiler. Sonra, şehri îslâmbolda cerrah şeyhi İbrahim Efendi, bu bapta azîm bahisler ve Sultan Mehmet camiinde mahsus meclis-i âmda vâz u nasihat ve fetva suretlerin dıvara yapıştırmakla vafir ihtimam ve dikkat edüp beyhude zahmetler çekmişti. Ol söyledikçe, halk dahi ziyade içüp musir oldular. Gördü ki olmaz; feragat eyledi. Badehu merhum Sultan Murat Han-ı Rabi evahiri asrında sed-i bab-ı mesavi içün kahvehaneleri kapatup, bazı harik vukuu sebebiyle duhana dahi yasağ etmişti. Giderek, anların men babında şeddeti ve halkın “Ennasü harisün lima münia” fehvasınca içmeğe hırs ve rağbeti ziyade olup, ol cürm ile nice bin adam diyarı ademe gönderildi. Bağdat seferine giderken, gâh bir menzilde vücuh-ı askerden on beş yirmi adamı şürbü duhan töhmetiyle tutup huzur-ı hümayunda eşeddi siyasetle katlederlerken, kimi yeninde kimi cebinde kısa çubuklar taşıyup fırsat buldukça içerlerdi, tslâmbolda ocaklara girüp ayak yollarında içenin nihayeti yoğidi. Bu mertebe men’i esnasında bile içimizden içer çoğidi… Evlâ budur ki, bu bapta dahi ve taarruz olunmıya vesselam.
“Tütün Hakkında” adlı metinde; istanbul halkının tütün içtiği, bunu önce hocaların, sonra IV. Murat’ın yasakladığı fakat yasakların tütün içmeyi önlemediği, tam tersine daha da artırdığı antalıyor. Kâtip Çelebi, son cümlede şu öğütü veriyor : “En iyisi budur ki, bu konuda, (halkın işine) karışmayınız ve üstüne saldırmayınız.”
(Kelimeler : ibaha : Mubah saymak, vafir : Çok. sedd-i bâb-ı mesavi : Kötülüklerin kapısını kapamak, duhan : Tütün, ennasü harisün lima müria : Halk, engellendiği şeylere karşı hırslı (istekli) olur. vucuh : Önde gelen, şürbü duhan : Tütün içmek, eşet: Çok şiddetli, dahi: Karışmak.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.