Sergüzeşt

26 Kasım 2013 tarihinde tarafından eklendi.

Sergüzeşt – Samipaşazade Sezai

BAŞLICA KİŞİLER

Dilber: Romanın kahramanıdır. Kafkasya’dan kaçırılmış, küçük, güzel bir Çerkez kızıdır. Büyüdükçe güzelliği artar, içli, çilekeş, mazlum bir genç kızdır.
Celal Bey: Asaf Paşa’nm ressam oğludur. Genç, yakışıklı, hassas, neşeli, sıhhatli, iyi yürekli bir delikanlıdır.

İkinci Derecedeki Kişiler:

Asaf Paşa ve Zehra Hanım: Celal’in annesi ve babasıdır. Geleneklere bağlı, oğullarına düşkün insanlardır.
Cevher: Mısırlı zengin bir tüccarın harem ağasıdır. Merhametli ve iyi yürekli bir insandır.
Lütfiye: Dilber’in evden kaçtığı gece sığındığı evin küçük kızıdır. Kısa bir süre için Dilberin sırdaşı ve dert ortağıdır.
Mustafa Efendi: Emekli mutasarrıftır. Dilber’in ilk satıldığı evin beyidir. Mustafa Efendi’nin Hanımı: Gençliğinde Mustafa Efendi’den gördüğü eziyetin hıncını Dilber’den çıkarmak isteyen zalim, kaba bir kadındır.
Taravet: Mustafa Efendi’nin evindeki Arap halayıktır. Hanımı gibi zalim bir insandır.
Hacı Ömer Efendi: Esir tüccarıdır. Paradan başka hiçbir şeye değer vermeyen merhametsiz bir adamdır.
Atiye: Mustafa Efendi’nin Dilber yaşındaki kızıdır.

Romanın Özeti:

Dilber; dokuz yaşında, zengin konaklara satılmak üzere, Kafkasya’dan kaçırılmış bir Çerkez kızıdır. Esirciler, Batum Kumpanyası’nın bir vapuruyla onu İstanbul’a getirirler. Hacı Ömer Efendi adlı esir tüccarı, kızı eski bir mal müdürünün evine kırk lira gibi o zaman için yüksek bir ücret karşılığında satar. Dilber’in hanımı zalim, her türlü insanî duygudan bilhassa merhametten yoksun bir kadındır. Kıza çok fena davranır, kızı çok çalıştırır. Dilber, bu zulümlere dayanamayarak bir gece bohçasını alıp evden kaçar. Nereye gideceğini bilmeden ve yorgunluktan düşüp bayılıncaya kadar yürür. İhtiyar bir kadın, Dilberi sokakta baygın bir durumda bulur, alıp kendi evine götürür. Burası, Dilber’in hanımının kızıyla okul arkadaşı olan Lütfiye’nin evidir. Dilber’in kim olduğu anlaşılınca kadıncağız ister istemez esir kızı götürüp sahibine teslim eder. Bu seferki gelişi Dilberi büsbütün perişan etmiştir. Evin hanımı, evden kaçmasını her vesileyle hatırlatarak, ona daha çok eziyet etmeye başlar. O kadar ki Dilber, yorgunluk ve ıstıraptan ölümü arzulayacak hâle gelir.

Mustafa Efendi’ye yeni bir görev verilir. Anadolu’ya, Erzurum’un bir kazasına tayin edilmişlerdir. Memurluk hayatında bir de bu hastalıklı kızı yanlarında taşımak istemedikleri için, Dilber altmış beş lira karşılığında bir başka esirciye satılır. Kızı bu sefer satın alan esirci, hem işinin ehli, hem daha insan bir adamdır. Dilber’in güzelliğini fark ettiği için onu hemen satışa çıkarmaz. Bir süre bakar, besler, ona biraz çalgı çalmayı, şarkı söylemeyi öğretir. Sonunda on beş yaşına basan kızı yüz elli liraya satar. Değeri böylece yükselmiş olan Dilber, hayırlı müşterilerin eline düşmüş, Moda’da bir kibar konağına satılmıştır. Ona bu parayı layık gören Zehra Hanım, Dilber’in, oğlu için iyi bir “meşgale” olacağı düşüncesindedir. Zehra Hanimin oğlu Celal Bey, Paris’te altı yıl kadar resim tahsili yapmış, o zamanın ünlü ressamlarından Geroma’nın atölyesinde çalışmıştır. Kızı beğendiği, kız da onun esiri olduğu için sık sık, çeşitli kıyafetlere sokarak, ustasından öğrendiği şekilde tasvirlerini yapmaya başlar. Bir gün eski Yunan tanrıçaları kılığına sokar, bir gün dilenci hâline getirir. Bu da Dilber’e başka türlü zulüm gibi görünür. Bir gün artık” dayanamaz, model olarak durduğu süre içinde hep ağlar. Bu hâli, Celal Bey’e çok tesir eder. Kızı o perişan haliyle görebilmek için o gece odasına gider. Dilber ağlaya ağlaya uyumuştur. Celal Bey, kızın elinde kendi resminin durduğunu görür. Bu tesadüften sonra duygularını yoklayan genç adam kendisinin de Dilberi sevmekte olduğunu fark eder. Daha sonra mehtaplı bir gecede ve sabaha kadar baş başa tabiatı seyrederler. Celal, Dilber’e aşkını söyler. Namuslu, iyi terbiye görmüş, soylu bir ailenin evladı olduğu için aklına ilk gelen şey, Dilberle evlenmektir fakat ailesi buna razı olmaz. Çünkü, anne ve babasına göre Dilber, onun dengi değildir. O, zengin bir ailenin yegane mirasçısı, Dilber ise fakir ve esir bir kızdır. Aslında Celal Bey’e göre esirlik saçma bir şeydir. Ona kalsa Dilberle he-men evlenecektir ancak işin içine aile bağlan girer. Oğlunun hâlinden her şeyi anlayan annesi, Celal’den habersiz Dilber’i evden uzaklaştırır ve bir esirciye sattırır. Celal, Dilber’in satıldığını öğrendiği zaman deliye döner. Geçirdiği büyük sarsıntı yüzünden yataklara düşer. Ondan sonra da kendini toparlayamaz. Beyin humması olur. Annesi yaptığı yanlışı fark eder ama, iş işten geçmiştir artık.

O sıralarda Dilber, Mısırlı bir tüccara satılmıştır. Tüccarın Elhamra Sarayı’nı taklit ederek yaptırdığı harem kısmında, öbür kızlarla yaşamaya başlamıştır. Yalnız, hüzünlü hâli herkesin yüreğine dokunur. Celal’in hatırası bütün canlılığı ve sıcaklığı ile Dilber’de yaşamaktadır. Yeni efendisine odalık olmayı reddettiği için burada da eziyet çeker, hapsedilir. Harem ağası Cevher Ağa, onu geldiğinden beri gözaltında bulundurmaktadır. Bir gün havuz başında tenha bir yerde yakalar ve sırrını öğrenir. Cevher Ağa, gizli ve derin bir aşkla Dilber’i sevmektedir. Onu İstanbul’a göndermeyi aklına koyar. Uzun zaman uğraşarak bu fikrini kıza kabul ettirir. Onu, sarayda hapis tutulduğu yerden kaçırmak için her şeyi yapar. Vapur biletlerini alır. Karanlık bir gecede, harem dairesine dışarıdan merdiven dayayarak Dilber’i indirir ama kendisi ihtiyar ve yorgun olduğu için, biraz da heyecanın tesiriyle merdivenden düşer ve ölür. Hayatta son desteğini de kaybeden Dilber, ne yapacağını şaşırmıştır. Geriye dönemez. Artık sevda ve hürriyet emelleri de kalmamıştır. Elinde İstanbul için alınmış biletler bulunmasına rağmen çaresizlik, kimsesizlik ve ümitsizlik içinde yürürken, kendisini, yoluna çıkan Nil Nehri’nin sularına bırakır.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT