Ali Şir Nevai
ALİ ŞÎR NEVÂÎ
Herat’ta doğan Nevâî, iyi bir aileden gelmiştir. Hayatı devlet hizmetinde geçmiştir. Horasan Sultanı Hüseyin Beykara’nın yakın arkadaşı ve onun vezirliğini yapmıştır. Ali Şir Nevâî Çağatay edebiyatının en büyük şairidir. Nevâî, iyi bir eğitim almış, Arapça. Farsça öğrenmiştir. Özellikle, Farsçası, şiir yazacak kadar kuvvetlidir.
Nevâî. “aşk., tanrı sevgisi, hayatın güzelliği” gibi konuları işlemiştir. Dili yalındır ve anlatımı coşkuludur, duyguludur. Çağdaşı Necati’yle birlikte, 16. yüzyılın en büyük şairi sayılabilecek olan Fuzûli‘yi derinden etkilemiştir.Nevâî’nin. diğer çok önemli bir özelliği de dil anlayışıdır. Şair. “Muhake-metü’l-Lugateyn, “İki Dilin Duruşması” adlı eserinde Türkçe konusundaki görüşlerini belirtir. Bu eserde. Türkçe ile Farsça’nın karşılaştırılmasını (duruşmasını) yapar. Sonuçta Türkçeyi: kelime sayısı özellikle fiil çekimindeki zenginlik, eşseş ve sesteş kelimelerinin çokluğu bakımından Farsçadan üstün tutar.Nevâî, bu eseri, giderek, Türkçe’nin nerdeyse kınanır duruma düşmesi karşısında yazmıştır.
Bu konuda Ali Şîr Nevâî şunları söylemiştir :
Türkün beceriksiz ve değersiz gençleri, kolaydır diye, Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Gerçekten iyi düşünülürse, mademki Türk dilinde bu kadar genişlik, bu derece enginlik vardır: gerekir ki, her şekilde ve her türde şiir söylemek ve sanat göstermek kolay olsun. Gerçeklen kolaydır da. Türk dilinin genişliği bu kadar tanıklarla anlaşıldıktan sonra, yetenekli Türk gençlerinin kendi dilleri dururken başka dille eserlerini yazmamaları gerekirdi. Eğer her iki dille şiir yazabilecek yetenekte iseler, kendi dillerinde daha çok eser vermeliydiler. Hiç olmazsa başka dille yazdıkları kadar kendi dilleriyle de yazmalıydılar. Yoksa Türk şairlerinin hepsinin. Türkçe şiir söyleyebildikleri halde, Türkçe söylemeyip Farsça söylemeleri düşünülemez. Doğrusu şudur ki. bunlar Türkçe şiir söyleyecek güçte değildirler. Eğer Türkçe yazacak olsalar. Şartların Türkçe şiirleri gibi. bunları şiirden anlayan Türkler’in yanında okuyamazlar. Okusalar her kelimesinde yüz yanlış bulunur.
Türkçenin Farsçaya bu derece üstünlüğü, bu kadar genişliği meydanda iken, bu gerçek bilinmiyordu. Türk dili bırakılmak üzere idi. Bunun içindir ki, ben de gençliğimde geleneğe uyarak ilk şirklerimi Farsça söyledim. Kendimi anlatmaya başlayınca, güçlükleri yenmek isteğiyle Türk diline döndüm ve onu düşünmeğe başladım. O zaman gözlerimin önünde on sekiz bin âlemden daha geniş bir âlem belirdi. O âlemin süslerle dolu göğü bana dokuz felekten daha yüksek gölündü. İncileri yıldız cevherlerinden daha parlak olan erdemlik hazinesi bana açıldı.Orada gülleri gökteki yıldızlardan daha parlak, içine yabancı ayağı girmemiş, yabancı eli değmemiş bir gül bahçesine rastladım. Fakat bu hazinenin bekçisi olan ejderleri kan dökücü idi. Güllerinin dikeni de sayısızdı. Düşündüm ki, tabiat sahibi kimseler bu ejderlerin zehiri korkusundan bu hazineye girememişlerdir. Ve gönlüme öyle geldi ki, şairlerin seçkinleri, bu dikenlerin korkusuyla bu bahçeden bir gül bile koparmadan geçip gitmişlerdir. Ben bu âlemi bırakıp gitmedim ve ona bakmağa doyamadım. Bu âlemin genişliklerinde tabiatımın askeri koşuşmağa başladı. Hayalimin kuşu havalandı. Her şeyin değerini takdir etmesini bilen zevkim, bu hazineden sayısız inciler ve mücevherler topladı. Gönlüm o bahçenin güzel kokularından sonsuz gül ve yasemin kopardı. Bu kadar varlıklar ve bolluklar bana nasip olunca, tabiatımda güller açmaya ve âleme yayılmaya başladı.Türk Dili, Ali Şîr Nevâî Özel Sayısı, Ankara, 1966) (Bugünkü dile çevrilmiştir.)
Ali Şîr Nevâî’den örnekler :
GAZEL
Bahar boldu ve gül meyli kılmadı gönlüm
Açıldı gönce ve lîkin açılmadı gönlüm
Yüzün hayâli bile vâlih erdi andak kim
Bahar kelken ü kitkenni bilmedi gönlüm
Yüzün nezâresi de mahv u mest idi yani
Ki gül çağıda zamanı ayılmadı gönlüm
Zamane gülbünide gönce dekdür il gönlü
Olarga şükr ile bârı katılmadı gönlüm
Nevâî gönce tilap gönlüm ağzın etti heves
Eğerçi tapmadı lîkin yanılmadı gönlüm.
(Kelimeler : bolmak : Olmak, gül meyli : Güle yönelme, gönül verme., likin : Lâkin, bile : île. Vâlih : Hayran kalmak, şaşırmak, andak : O kadar, kim : Ki. Kelken ü kitkeçni: Geldiğini ve gittiğini, nezare : bakmak, seyretmek, mahv-u mest: Yok etme ve sarhoş etme. Zamanı: bir an bile, bir zaman, zamane : Yaşanılan zaman, gülbün.: Gül fidanı, dek-dür : Gibidir. Olarga : Onlara, tilap : İstemek, dilemek, tapmak: Bulmak, ele geçirmek).
Açıklama
Bahar olmasına karşılık, gönlüm güle ilgi duymadı. Goncalar açıldı fakat gönlüm açılmadı.
(Çünkü) yüzün o kadar güzeldi ki ona dalmış olan gönlüm baharın geldiğini ve gittiğini anlamadı.
Gönlüm bu sarhoşluktan bahar mevsiminde bir an bile ayılmadı.
El gönlü zamanedir, gül bahçesindeki her goncaya ilgi duyar. Şükrolsun ki, benim gönlüm bir defa bile onlara katılmadı.
Nevâî, gönce dilerse, ağzını ister, (Ağzın goncayı aratmaz.) (Nevâî), ağzım her ne kadar elde edemediyse de yanılmadı. (Yani, ağzın goncadan daha güzeldi).
GAZEL
Yârdın ayru gönül mülki durur sultânı yok
Mülk kim sultânı yok cismi durur kim canı yok
Cismdin cansız ve hâsıl ey Müselmanlar kim ol
Bir kara tofrag dik dur kim gülü reyhanı yok
Bir kara tofrag kim yoktur gül ü reyhan ana
Ol karangu gice dik dur kim meh-i lâbânı yok
Ol karangu kiçe kim yoktur mehi taban anga
Zulmetîdur kim anıng bir çeşme-i hayvanı yok
Ey Nevâî bar ana mundak ukubetler ki bar
Hecrdin derdi vü lîkin vasldın dermanı yok
(Kelimeler : Yardın : Yardan, mülk : Ülke, mal, mülk. hasıl : meydana çıkan, ortaya çıkan, kim ol : ki o. tofrak : Toprak, dik dur : Gibidir, gül-ü reyhan : Gül ve fesleğen, kaıangu : Kazanlık, meh : Ay. fâban : Işıklı, parlak, bar : Var. Mundak : Böyle. Ukubet: Eziyet, ceza. hecrdin : Ayrılıktan. Vasi: Kavuşma, karangu : karanlık, kiçe : Gece. meh : ay. taban : anga : Ona, anıng : Onun. kim : Ki. Çeşme-i hayvan : Canlıların çeşmesi).
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.