Tanzimat Öncesi Siyasi Gelişmeler ve Sosyal Durum
Siyasî Gelişmeler ve Sosyal Durum : Avrupa’da Rönesans’la başlayan gelişmeler, bilim ve teknolojide yeni buluşlara yol açar. Sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupalı devletler bu gelişmelere paralel olarak askerî alanda da üstün duruma gelirler.
16. yüzyılda en parlak devrini yaşayan Osmanlı Devletinin yükseliş grafiği ise bu yüzyılın sonlarına doğru inmeye başlar. Bu iniş 17. yüzyılda Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) anlaşmaları ile belgelenir. Osmanlı Devleti ilk kez Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalır. Devlet yöneticileri bu üstünlüğün sebebini anlama ihtiyacı duyarlar. Bu konudaki ilk bilgileri 1720 yılında Fransa’ya gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi getirir. Yirmisekiz Mehmet Çelebi dönüşünde padişaha sunduğu Sefaret-nâme’de, Fransa’da bulunan kurum ve kuruluşlarla yaşayış şekilleri hakkında gözlemlere dayalı geniş bilgiler verir.
Sefaretnâme yöneticiler üzerinde etkili olur. Ancak Batı medeniyeti bu yıllarda görünür yanı ile değerlendirilir. Lâle Devri (1718 – 1730) adı verilen bu dönemde, ordunun düzenlenmesi için askerî uzmanlar getirilmesi ve matbaanın kuruluşu (1728) önemli gelişmelerdir.
Bundan sonra Fransa, Osmanlı Devletinin Batı’ya açılan ilk kapısı olur. Aydınlar, Avrupa denilince hep Fransa’yı örnek alırlar.
Osmanlı Devletinde 17. ve 18. yüzyıllarda girişilen yenilik hareketleri zaman zaman halkın ve ordunun tepkisini çeker ve kanlı isyanlara yol açar. Bu dönemlerde Avrupa ile temaslar artar; ordu modernize edilmeye çalışılır; Batılı tarzda eğitim yapan çeşitli okullar açılır. Yeni ordu kurma çabaları ise yeniçerilerin karşı çıkması sonucunda hep başarısızlıkla sonuçlanır. Bu durum II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı‘nı 1826’da kapatmasına kadar sürer. Bu olaya tarihimizde Vak’a-yı Hayriyye (Hayırlı Olay) adı verilir.
II. Mahmud dönemi yenileşme hareketlerinin hız kazandığı bir dönemdir. Çeşitli askerî ve sivil okullar açılır. Avrupa’ya öğrenciler gönderilir, yalnız erkekleri içine alan ilk nüfus sayımı yapılır ve halkı devlet işlerinden haberdar etmek için ilk resmî gazete Takvîm-i Vekayi (1827) çıkarılır. Devlet yönetimini Batı tarzına yaklaştırmak için de yeni düzenlemeler yapılmıştır. Sadrazama başvekil, vezirlere nazır, vezirlik makamlarına nezâret (bakanlık), adı verilmesi, valilere maaş bağlanması; mahallelerde muhtarlık kurulması, posta ve karantina dairelerinin kurulması, pasaport usûlü ve kıyafet düzenlemeleri vb. işler bu yeniliklerden bazılarındandır.
Sultan II. Mahmud’un ıslahatları ülkenin içinde bulunduğu siyasî, sosyal ve iktisadî sıkıntıları gidermeye yetmez; ancak kültürel hayatta birtakım değişmeler görülmeye başlanır.
Sosyal hayatta bu düzenlemeler yapılırken içte ve dışta isyanlar ve savaşlar devam etmektedir. Ekonomik sıkıntılar ise ülkenin sosyal ve ahlakî bünyesinde yaralar açacak derecede artar.
II. Mahmud döneminin önemli bir meselesi de Mısır olur. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyan ederek Suriye’yi ele geçirmek için harekete geçer. Devlet bu problemi çözmek için Rusya’nın yardım teklifini kabul etmek zorunda kalır. Ordu, Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine karşı Nizip’te bozguna uğrar. Kaptan-ı Derya da donanmayı, Mehmet Ali Paşa‘ya teslim etmek üzere Mısır’a götürür. Bu hıyanet devleti çok sarsar, devlet bir anda ordusuz ve donanmasız kalır.
Osmanlı Devletinde bu sıkıntılar yaşanırken batılı ülkeler sanayi ve teknikte hızla ilerlemektedirler. Ekonomik yönden daha da güçlenmek için üretim fazlası mallarını satabilecekleri yeni pazarlar peşindedirler. Osmanlı ülkesi onlara en uygun pazar olarak görünür. Bir taraftan azınlıkları kışkırtırken, diğer yandan ticarî faaliyetlerini genişletirler. Fransa Katoliklerin, İngiltere Protestanların, Rusya da Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenir. Azınlıklara sağlanan hakların genişletilmesi için birtakım faaliyetlere girişirler.
Yöneticilerin ticaretin inceliğini bilmemeleri, Avrupalıların ülkeyi açık pazar haline getirmelerine yol açar. Zamanla iç ticarete de başlamaları, Türk ekonomisinin çökmesine sebep olur. Halk, ucuz ve zevkle yapılmış yabancı mallara akın eder. Avrupalı tüccarlar, kendi ülkelerinde bile sahip olamadıkları büyük kazançlar elde ederler.
1 Temmuz 1839’da babasının yerine tahta çıkan Sultan Abdülmecid’in aldığı ilk haber Nizip bozgunu olur.
Yabancı devletler Mısır meselesine müdahale etmeye başlar. Ayrıca, devletin içinde bulunduğu durumdan istifade ederek Hıristiyan azınlıklara yeni haklar verilmesi konusunda baskıları artırırlar. Hâriciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, yapılacak bir takım düzenlemelerin devletin hayrına olacağı hususunda padişahı ikna eder; bu konuda Batılı devletlerin de desteği sağlanır. Nihayet 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkında padişah, önde gelen yöneticiler, din adamları, elçiler ve halkın önünde, Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı adıyla anılan “Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu‘nu okur.
Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu Türk tarihinde siyasî, hukukî ve zihniyet bakımından pek çok değişikliği beraberinde getirir.
Batı’ya resmî açılışın başlangıcı sayılan Tanzimat Fermanı, bütün Osmanlı tebaasının “can, mal, namus” güvenliğini teminat altına almaktadır. Ferman’la ayrıca, Müslüman ve Hıristiyan halklara eşit muamele edileceği, vergi alımının vatandaşların servet ve kudretlerine göre yapılacağı, açık yargılama olmadan kimsenin cezalandınlamayacağı, askerlik hizmetinin düzene konulacağı, rüşvetin kaldırıldığı ve memurların maaş usûlüne bağlanacağı gibi hükümler de yer almaktadır.
Tanzimat Fermanı ile padişah, kendi yetkilerinin sınırlandırılmasını kabul eder. Yönetimin ağırlığı bu dönemden sonra Saray’dan Bâb-ı Âlî’ye yani hükümete; yenilik taraftarlığı ve öncülüğü de giderek devlet adamlarından fikir ve edebiyat adamlarına geçer.
Siyasî bakımdan bu Ferman, kısa vadede, Osmanlı Devletindeki Müslüman olmayan uyruklara yeni haklar tanıyarak, azınlıkların koruyuculuğunu üstlenen Avrupa devletlerinin desteğini sağlamak amacı güder. Uzun vadede ise devletin yapısını ve işleyişini yeniden düzenleyerek varlığını sürdürmesi amaçlanır. Nitekim Ferman’ın ilânı Avrupalı devletleri memnun etmiş; onların yardımıyla Mısır meselesi olabilecek en iyi anlaşmayla lehimize çözülmüştür. Avrupa ülkeleri çeşitli meselelerde de desteklerini sürdürürler, ancak daha fazla imtiyaz elde etmek için baskılarına da devam ederler.
Bu baskılar sonucu 1856’da Islahat Fermanı ilân edilir. Eski haklara ilâve olarak azınlıklara devlet memuru olmak, kendi dillerinde eğitim yapmak ve isteyenlerin çocuklarını devlet okullarında okutma hakları da tanınır. Bu Ferman’ın etkisiyle 1856 Paris Antlaşması‘nda Osmanlı Devletinin ülke bütünlüğü garanti edilir. Bu Ferman’dan sonra hükümet hemen her meselede yabancı elçiliklerin iç işlerimize müdahalesiyle karşılaşır. Yabancı müdahaleler azınlıkların millî duygularını güçlendirir ve teşkilatlanmalarına yol açar. Bu durum aydınları, ülke bütünlüğünü koruyacak ve çeşitli unsurları birbirine bağlayıp kaynaştıracak olan “Osmanlıcılık” fikrini geliştirmeye yöneltir. Bu fikir resmî görüş olarak yıkılışa kadar savunulur.
Tanzimat Fermanı’ndan sonra siyaset, idare, hukuk ve eğitim alanlarında, Avrupa örnek alınarak yeni düzenlemeler yapılır. Düzenlemeler yapılırken eski kaldırılmaz, bu müesseselerin yanı başında yeniler kurulur. Bu orta yolla, gelebilecek tepkiler önlenmek istenir. Ancak bu ikilik devletin huzur ve düzenini bozar, maddî ve manevî değerler sarsılır.
Zihniyet değiştirmenin eğitimle gerçekleşeceğini düşünen yöneticiler, Batı tarzında eğitim yapan çeşitli okulların açılmasına ağırlık verirler. Üniversitelerde okutulacak ders kitaplarını hazırlamak üzere “Encümen-i Dâniş” (1851) kurulur.
Fransızcanın aydınlar arasında yayılması da zihniyet değişmesinde rol oynayan faktörlerden biridir. Tophane Müşirliği Kalemi ve Bâb-ı Âli’deki Terceme Odası Fransızcanın aydınlar arasında yayılmasında etkili olur. Bir başka faktör ise yenilik taraftarı devlet adamlarının konaklarıdır. Ayrıca Beyoğlu eğlence yerleri de Avrupai yaşayış şeklinin halk arasında yaygınlaşmasına sebep olur.
Batı ile siyasî ve kültürel ilişkilerimiz 1839 – 1860 yıllan arasında hızlanır. Batı medeniyetine karşı kapılar hiçbir kontrol yapılmaksızın ardına kadar açılır. Bu dönemde Batı medeniyetine karşı duyulan ilgi ve hayranlık taklitçiliğe yol açar. Millî ve manevî değerler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Tanzimat dönemi sanatçıları böyle bir siyasî ve kültürel ortam içerisinde kendilerini yetiştirerek 1860’dan sonra eserler vermeye başlarlar. Bu dönem aynca Türk okuyucusunun da Batı kültürünü az çok tanımaya ve onun getirdiği değerlere alışmaya çalıştığı bir dönemdir.
Abdülmecid (1839 – 1861) ve Abdülaziz (1861 – 1871) zamanları, sıkıntılarla geçer. Ülke içinde huzursuzluk artınca Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murad getirilir. V. Murad’ın çok kısa süren padişahlığından sonra tahta geçen II. Abdülhamid, Meşrutiyet idaresinin kurulmasını kabul eder. Kanun-i Esasî (Anayasa)’nin hazırlanması için bir komisyon kurulur. Komisyonda Midhat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi devrin aydınları da görevlendirilir. 1876’da I. Meşrutiyet ilân edilir. Seçimler yapılır ve Meclis 20 Mart 1877’de çalışmalara başlar. Mecliste azınlık temsilcileri de vardır.
93 Harbi olarak bilinen Türk – Rus Harbi‘nin başlaması ve yenilgiyle sonuçlanması üzerine, II. Abdülhamid Anayasa’da bulunan bir maddeye dayanarak 13 Şubat 1878’de Meclisi kapatır. Böylece siyasî ve sosyal hayatımızda yeni bir devre başlar.
II. Abdülhamid, Batı’dan (Avrupa) gelen ve rejim değişikliklerine yol açan siyasî fikir hareketlerine karşıdır. Basına karşı sıkı bir sansür uygulanır. II. Abdülhamid, ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda Batı’dan yalnız ilim ve tekniğin alınması gerektiğini savunur. Bu sebeple onun zamanında meslekî ve teknik eğitime ağırlık verilir. II. Abdülhamid, Batı’nın güzel sanatlarına karşı da büyük ilgi duyar. Batı müziğini sever; çeşitli Batı müziği aletleri çalar; tiyatroya büyük ilgi gösterir. Sanayii-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi -1882) ve ilk modem müze onun zamanında açılır.
II. Abdülhamid, I. Meşrutiyeti ilan ettirmek amacıyla Namık Kemal ve arkadaşlarının Abdülaziz zamanında kurduğu “Yeni Osmanlılar Cemiyeti“nin çalışmalarına engel olur. Bu cemiyetin önde gelen isimlerini İstanbul dışında memuriyetlere göndererek pasif hale getirir. Tanzimat‘ın ilk ateşli neslinin böylece siyasî hayatları sona erer. II. Mahmud ve Abdülmecid’in açtığı okullardan yetişen yeni nesil ise, II. Abdülhamid’i Batı’nın siyasî, sosyal ve kültürel kurum ve kuruluşlarını ülkede tesis etmemekle suçlar.
II. Abdülhamid idaresine karşı mücadele veren Ahmet Rıza, Mizancı Mehmet Murat, Abdullah Cevdet, Sami Paşa-zâde Sezâî, Ali Kemal, Tunalı Hilmi vb. gençler, Yeni Osmanlılar’ın Fransızca karşılığı olan “Jön Türkler”i kendilerine ad yaparak “İttihad ve Terakki” isimli gizli bir siyasî cemiyet kurarlar ve II. Meşrutiyeti ilân ettirebilmek için yurt içinde ve yurt dışında çalışmalarını sürdürürler.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, ülkede iyi giden şeyler de vardır. Osmanlı Devleti yirminci yüzyıla girerken, kendisini toparlamaya çalışmakta, bilim ve tekniğin imkanları kullanılmaya çalışılmaktadır. Telefon, telgraf hatları kurulmakta, şimendifer yolları yapılmakta, fabrikalar ve okullar açılmaktadır. Seri atışlı Amerikan tüfekleri Avrupa’da ilk kez Türk ordusu tarafından kullanılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Türk donanması dünyanın ikinci büyük gücü durumundadır. Ekonomik durum da alınan borçlara rağmen çok kötü değildir; ordu bir kaç devletle birden senelerce döğüşebilmektedir. Ancak, bütün bu imkanları organize ederek kullanabilecek yönetici insan gücünden mahrum olması, parçalanarak yakılmasına yol açmıştır.
Yönetici ve aydın kesim bu durumda iken, halk huduttan hududa koşmakta, devletin zaferi için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Yeniliklere karşı açık olmaya çalışırlar; ancak, sosyal hayatın her sahasında görülmeye başlanan yabancı kültürlere karşı da kapalıdırlar. Halk, kendi imkanları ölçüsünde millî değerleri korumaya çalışır. Bu çabalar yeterli olmaz ve şahsiyet çözülmesi devletin her kademesinde görülmeye başlanır. Bu çözülmenin tezahürleri o dönem roman, hikâye ve tiyatro eserlerinin konusu olur.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.